Temmuz 14, 2007

OYUNLAR, KOYUNLAR ve BİZ

Bugünlerde Türkiye siyaseti seçimlere ve olası sonuçlarına kitlenmiş durumda. “Kamuoyu araştırması” adı altındaki kamuoyu oluşturma uğraşlarıyla AKEPE’nin %40’larda oy alacağı ifade edilirken CHP’nin oyu %20 civarı ve MHP’nin oyu ise %12 civarı gösterilmektedir. Kuşkusuz seçim sonuçları bundan farklı olacaktır. Aslında Türkiye’nin içinde bulunduğu girdabın kurtuluşunun sandıktan çıkmasını beklemek insanımızı aldatan bir oyalama oyunudur. Malesef bu oyunu tek çözüm ve tek gerçek gibi sunmak isteyenler Türkiye’ye bir kayıkçı dövüşü izlettirmektedirler. Ve vatandaşlardan takım tutar gibi parti tutmasını beklemekte ve vatandaşın kafasındaki soruları ve sorulması gereken soruları bir kenera bırakması gerektiği sürekli telkin edilmektedir. Ve böylelikle vatandaş koyunlaştırılmaktadır.

AKEPE bitti SIRADA NE VAR?

Bilimsel düşünce, illüzyona değil somut verilere dayanır. Bugün bizim karşılaştığımız gerçek şudur ki artık eski AKEPE İktidarı diye bir iktidar kalmamıştır. Türkiye Cumhuriyetinin vatanseverlik payandansında buluşan ve Atatürkçülük ideolojisi öncülüğünde harekete geçen ilericileri Tandoğan, Çağlayan ve Gündoğdu ve diğer mitingler daha doğrusu halk hareketleri ve dipdalgasının tsunamiye dönüşmesi ve milletin ayağa kalkması ile bununla beraber Türk Silahlı Kuvvetlerinin de Milletin yanına kılıcını çekerek AKEPE’ye karşı milletle beraber tutum takınmasıyla AKEPE, Cumhuriyet kuvvetlerinin duvarına toslamış ve darmadağın olmuş idi. CHP’nin o dönem gösterdiği muhalefet ve Anayasa Mahkemesinin kararı bence burda önemsiz ayrıntıdır; AKEPE’yi 360’a yakın milletvekiliyle Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şekilde Cumhurbaşkanı seçmeyecek acziyete mahkum eden milletin kendi azmi ve kararlılığıdır. Son üç aydır AKEPE hiçbir söylediğini yapamamıştır, herşeyi yüzüne gözüne bulaştırmıştır. AKEPE’nin ne olduğu konusuna tekrar tekrar girmeye gerek yok artık hepimiz (vatanseverler) biliyoruz bu işbirlikçi vatana ihanet içerisindeki yönetimi. Burda herkesin gözünü açıp görmesi gereken şey şudur, AKEPE ciddi bir şekilde tavır değişikliğine yönelmiştir. Bunun tek sebebi vardır o da AKEPE hükümetinin bitmiş olmasıdır. Artık kendi can çekişen bedenlerinden yeni bir iktidar yaratmaya çalışıyorlar, eski söylemleriyle bunu beceremeyeceklerini bildikleri için son dönemde “aya yıldıza kurban olmaya”, mitinglerde bayrak sallamaya, “Atatürk” kelimesini ağızlarına almaya, partilerine sözde solcu geçinenleri alarak merkezileşmeye çalıştıklarını görüyoruz. Burda siyasetin genel anlamda merkezileştiği bir gerçektir. Milleti aldatma operasyonun yenisi budur: Merkezileşmek. Bunun açılımı şudur; Emperyalizme ve Kapitalizme tam teslimiyet için hokkabazlıkla halkın bütün kesimlerinin oylarını cukka etme yarışı. AKEPE’nin arkasındaki Türkiye Düşmanlarının başında gelen emperyalist ABD yönetimi artık eskisi gibi AKEPE’ye tam destek vermiyor, çünkü AKEPE’nin can çekişmekte olduğunu o da görüyor, o nedenle danışmanları vasıtasıyla Tayyipe “merkezileşmesi/değişmesi” yönünde direktiflerini yolladılar. Tayyip ne de olsa onların elemanı, büyük ihtimalle ABD Dış İşleri Bakanlığı veya Pentagon’a bağlı Güvenlik Biriminin Büyük Ortadoğu Projesinin görevlisi, Tayyip’in kendi deyimiyle “eşbaşkan”. Danışmanları soruyor ABD’li yetkililere “Ne istediniz de yapmadık”. Cüneyd Zapsu da görüşmesinde “Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın” demiyor muydu? AB’ye karşı “herşeye evet” tutumunu da “Ankaranın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmak” olarak nitelemekteler kendileri. Türk Köylüsüne karşı takındıkları Kasımpaşalılığı, terörislerin babalarına Barzani’ye, ABD’ye, AB’ye karşı göstermek şöyle dursun, ne derlerse “evet” demektedirler. AKEPE için durum böyle, yine de bu çırpınışların da onları kurtaramayacağı kanısını taşımaktayım.Çünkü artık Türk Milleti kontrolü ABD’den almak üzeredir ve ABD bunu görmenin tedirginliğini yaşamaktadır ve bunu önlemeye çalışacaktır. İşte burda asıl sorun gündeme geliyor. Öyleyse sırada ne var? Ulusalcı çevreler, AKEPE İktidarı vatanı pazarlıyorken ve milli devleti haçlıların emri ve himayesinde tasfiye ediyorken, CHP ve MHP koalisyyonu üzerinde durdular. Bu yaraya bu koalisyonun pansuman olabileceği düşünüldü. İlk başlarda herkese bu biraz soru işaretleri de olsa, durumun vehameti nedeniyle sempatik göründü fakat ne zaman seçim atmosferine girildi ve partiler söylemlerini netleştirmeye başladılar, o zaman o soru işaretleri daha da çoğaldı. Önce MHP hayal kırıklığına uğrattı, iyimserlikle vatansever olmaya çalışanları. Nasıl mı? Herkes MHP’den Türkiye bölünmeye giderken en azından bir kesim tabanının arzuladığı milliyetçi tutumu göstermesini bekledi fakat MHP aslına rücu ederek Osmanlıcı takılmayı yeğledi. Barzani’ye laf dokundursa da “Onların arkasındakine” pek fazla laf dokundurmadı en sonunda da bombayı patlattı: “ABD ile stratejik ortaklığı biz kurarız”. Devlet Bahçeli’ye sesleniyoruz, ABD gelmiş ta okyanus ötesinden Irak’ı işgal etmiş, haritalar yayınlamış senin vatanını parçalamak için, bunun altyapısı için Tayyipleri iktidar yapmış. Bunun stratejik ortaklığı mı kalmış? Senin ekonomin bunların elinde, herşeyin bunların elinde, startejik ortak nasıl olacaksın? Bunu artık aklıbaşında herkes bilir ki Türkiye ile ABD müttefik, startejik ortak filan olamaz, stratejik köpek olur ve bölünür gider. Hala bu emperyalist düşman ile işbirliğinden bahsetmek ve sonra da vatanseverlerin oylarına talip olmak tutarsız bir tavırdır. MHP ABD’nin emrinde olduğunu resmen ilan etmiştir. Bu sözlerimin hedefi MHP’de egemen olan ve diğerlerini kullanmakta/kandırmakta olan ABD ile işbirlikçiliği önerenleredir. Ayrıca üzerinde çokça durup düşünülmesi gereken şey 1 Mart Tezkeresi gibi Irak İşgali’nin Kuzey cephesi olmak, vatana ihanet ve vatanın ABD askerlerince işgali anlamına gelen tezkereyi getiren Amerikancı bürokrat Deniz Bölükbaşının MHP’den aday olması, yine Bilderberg toplantılarında boy gösteren Gündüz Aktan’ın da MHP’den aday olmasıdır. Yani Amerikancılar MHP’nin kurmayı haline gelmiştir, MHP yönetimi de Amerika ile işbirliği çizgisini benimsemiştir. Kişiler bazında değil olayı sadece yönetsel ve sonuç bazında değerlendiriyorum. “ABD ile stratejik ortaklık kurmak” demek işbirlikçilik demektir ve bu AKEPE’nin çözümü değil, AKEPE’nin alternatifi bir işbirlikçi olmak demektir.

CHP’ye gelince. CHP son 20 yılının en vatansever en ulusalcı çizgisindedir çünkü CHP tabanı bunu zorunlu kılmıştır fakat CHP’nin bu tavrı bugünkü olağanüstü şartların gerektirdiği bir tavır değildir. Son derece yetersiz, net olmayan, bulanık bir tavırdır ve “kemalist” diyemeyeceğimiz bir yerdedir. CHP bugün İttihatçılığın geleneklerine sahip çıkmaktadır ve sosyal demokrasi ile vatanseverliği bir arada tutmak istemektedir ancak bir türlü kemalist tutumu benimsememekte ve bunu marjinal görmektedir. Burda da yine sözkonusu olan CHP’nin içindeki yüzbinlerce kemalist değildir elbete hatta en üst düzeylerde, önemli kademelerde kemalistler de vardır, Atatürkçü duyarlılığı çok olan insanlar, Atatürkçülüğü doğru algılayan insanlar sayısızdır CHP’de ama malesef Altı Ok, yönetim felsefesine, parti tüzüğüne yansımadığı gibi, seçim beyannamesine de yansımamıştır doğru dürüst. CHP halen AB gibi milli devletin tasfiyesi projesine “onurlu giriş”ten söz etmekte,” ABD ile dengeli politika yürütmek” gibi, “IMF ile doğru ilişki” “serbest piyasaya bağlılık” gibi söylemlerle dış güçlere ve içerdeki uzantısı olan komprador burjuvaziye yaranma telaşındadır. Hem de kendi tabanını sarsma ve beklentilerini karşılamama pahasına. Daha kötüsü zihinleri doğru yönlendirilmeyi bekleyen CHP’lileri kemalist ideolojiden uzak tutmak ve onları oyalamak pahasına! Herhalde bu tutumu benimseyecek ve savunacak değiliz. Elbette eleştireceğiz hatta daha çok eleştireceğiz bu eleştirilerimiz AKEPE’nin ekmeğine yağ sürmek değildir, tam tersine milleti düşünmektir ve kemalistliğimizin bir gereğidir.

CHP-MHP Koalisyonuna Uyarı

İşte bu karamsarlık atmosferi içerisinde, AKEPE’den kurtulmak isteyenler can simidi olarak yine de seçimleri ve seçimlerde CHP-MHP koalisyonunu görecekler. Önceden ulusalcı çevrelerin kontrolünde ve desteğiyle yükselen bu koalisyon şimdi kendileri kontrolü ele almış durumda. Çünkü halk sorgulamaksızın, korkuyla, telaşla, içine sinmeyerek can havliyle bu koalisyona yöneldi ve kendi canının güvenliğini, vatanının ve milletinin namusunu ve Cumhuriyetin tüm değerlerinin geleceğini onlara bırakacak. Büyük bir sorumluluk CHP-MHP birlikteliğini bekliyor. Seçim öncesi verdikleri sınav vasat, eğer gerçekten ABD ile stratejik ortaklık, IMF ile iyi ilişki, AB ile onurlu üyelik, serbest piyasa gibi birşeye girişirlerse millet AKEPE’ye gösterdiği sabrın yüzde birini CHP-MHP’ye göstermeyecektir. Türkiye büyük bir bataklığa saplanacaktır. CHP-MHP’nin emperyalizme teslimiyeti demek Türkiye’nin büyük sorunlarla karşılaşması demek olacaktır. Bunu fırsat bilen muhalif AKEPE’nin başını çekeceği işbirlikçiler-hainleri bunu ellerindeki maddi güçle çok iyi kullanacaklardır. Özellikle yaranmaya çalıştıkları dış güçler Türkiye’nin ekonomisine istedikleri anda müdahale edebilecekler ve CHP-MHP koalisyonunu güç durumda bırakacaktır, kendisine mecbur hale getirmeye çalışacaktır. Onlara biat edilerek bundan kurtulmaya çalışmak daha büyük tavizleri ve en sonunda bir yıkımı doğurur. En acı olanı da yıllarca merkez sağın ve bilinçli emperyalizm işbirlikçilerinin yaptıklarının faturasının bu hükümete kesileceği gerçeğidir. Her ne kadar Türkiye düşmanı güçler kendi adamlarını bu partilere yerleştirse de, özellikle CHP için söylüyorum, bu partinin tabanı, geleneği ve genetiği o Türkiye düşmanlarını ürkütür ve o nedenle CHP iktidarının fazla işbaşında kalmasını istemeyeceklerdir.Çünkü CHP diğerlerinden farklı olarak bir balık gibidir, elde tutması öyle kolay olmaz onlar için. MHP’nin genetiğinde işbirlikçilik olsa da Yeniçağ’ın yarattığı sinerjiyle birlikte vatanseverlik ve Antiamerikancılık MHP’nin temellerini tehdit eder boyuta ulaştı, dış güçler bunu da tehlikeli görecektir. O nedenle Türkiye düşmanları bu hükümeti bir süre sonra yok etmeye çalışacaktır, eğer bu hükümet onlara seçim öncesi olduğu gibi sonrasında da yaranmaya yönelik tavır takınırsa da malesef yok olup gideceklerdir. Bunun aynısını 3 Kasım seçimlerinde gördük. MHP-DSP-ANAP dış güçlere yaranmak için ellerinden geleni yaptılar ama sonunda fişleri çekildi ve işleri bitirildi. Aynı hataya tekrar düşerlerse hem Atatürkçüleri-vatanseverleri hayal kırıklığına uğratmış olacaklar hem de kendi idam fermanlarını imzalamış olacaklardır. Bizden söylemesi.

Son Söz

Tam Bağımsız olmayan ülkelerde seçimler bir aldatmacadır, bir horoz döğüşüdür ve vatandaşın gazını alma operasyonudur. O nedenle OY’una gelmeyin ve mensup olduğunuz siyasi partilere ülke çıkarları ve Atatürkçülük doğrultusunda olmaları için sürekli baskı yapın. Eğer bu taleplerinize/eleştirilerinize cevap vermiyorlarsa başka seçenekleri düşünün: Eğer demokratik yollarla mücadele etmek istiyorsanız başka bir siyasi parti düşünebilirsiniz ama unutmayın ki Türkiye’nin kurtuluşu ve Atatürkçülüğün iktidarı demokratik yollardan olmayacaktır.

Tek Yol Kemalist İhtilal


Atatürkçülüğün Yeri ve Anlamı

Mayıs 26, 2007

Aşağıdaki yazı 1968’de, demek ki yaklaşık 40 yıl önce bu köşede yayımlanmıştı.

Hiçbir yorum yapmadan yine aynı başlıkla yayımlıyorum.

***

” 1- DEĞİŞİM

İnsan toplumları devamlı değişim içindedirler. Bu değişimi hiçbir güç durduramaz. Evrenin kanunları evrenin bir parçası olan insan toplumunda da geçerlidir. Madenler ısıtılınca genişler; su belirli bir sıcaklıkta kaynar. Toplum işte bu soydan kanunlara bağlıdır. Ne var ki biz toplumun kanunlarını ancak tarihin laboratuvarında açık-seçik görebiliyoruz. Çünkü madenlerin ısınması için nasıl bir zaman parçası gerekiyorsa, insan toplumundaki değişiklik için bir süre gereklidir. Bu süre gereklidir. Bu sürenin bazan çok uzun oluşu insanları aldatabilir; “hiçbir şey değişmiyor” duygusu yaratabilir.

Tarihin derinliklerine bakınız: İnsan toplumlarının ilkel yaşayıştan kölelik düzenine geçtiğini, kölelikten sonra feodalitenin başladığını göreceksiniz. Feodaliteden sonra gelen burjuvazi, uygarlık tarihinde kapitalizm aşamasına damgasını basmıştır. Kapitalizmin ardından sosyalizm gelmektedir. Her bir değişimde, insan toplumlarındaki imtiyazlar biraz daha tasfiye edilmiş, özgürlük biraz daha kazanılmıştır.

2- DEVRİM

İşte yukarıdaki değişimi insan iradesiyle ileriye doğru hızlandırmak devrimi yaratır.

Demek ki kölelikten sosyalizme doğru yürüyen evrensel değişimde ileriye doğru her bir hızlı adım, bir devrim sayılır. Türkiye’de Atatürk devrimlerinin değeri işte buradadır. Kapitalizmin emperyalizmini Anadolu’da kan ve ateşle yenmek bir devrimdir; Cumhuriyeti ilan etmek bir devrimdir; laikliği devlet yönetiminde geçerli kılmak bir devrimdir. Geleceğin toplumu, Cumhuriyet biçiminde antiemperyalist ve laik olacaktır. Geleceğin toplumuna giden yolun temel taşlarını büyük iradesiyle yerli yerine koyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk , Türk tarihinin yetiştirdiği en büyük devrimcidir. Eğer Atatürk olmasa idi, uzun bir tarih süreci içinde Türkiye gene Cumhuriyete kavuşacak, laikliği gerçekleştirecekti. Çünkü yakın bir tarihte, dünyada ne şah, ne padişah, ne kral kalacaktır; yakın bir tarihte bütün insan toplumları laik olacaktır.

Ama Türkiyemizin bu gidişte şerefle öncelik alması Atatürk sayesindedir.

3- KARŞI-DEVRİM

Yazımıza başlarken toplumun devamlı ve kaçınılmaz değişim içinde bulunduğunu söylemiştik. Bu değişim ileriye doğrudur. Bu değişimi sosyalizme doğru hızlandırmak insan iradesiyle nasıl mümkünse ve bunu sağlamak nasıl devrimi yaratıyorsa; toplumun kaçınılmaz değişimini bir süre için geciktirmek veya geriye çevirmek de insan iradesiyle mümkündür. İşte toplumun ileriye doğru değişimini bir süre için geciktirebilen veya geriye çevirebilenler karşı-devrimci’lerdir. Toplumun tabiî değişim kanunları içinde bu irade çatışma halindedir.

Türkiye’de bugün ileriye gidişi durdurmak isteyen güçler dışardaki karşı-devrimci çevrelerle işbirliği halindedirler. Bunların husumeti, Türk tarihinin en büyük devrimcisi Atatürk üstüne yoğunlaşmaktadır.

4- EMPERYALİZM

İnsanın insanı sömürmesi yanında bir yabancı devletin bir başka milleti sömürmesi vardır. Bugün Türkiye’de emperyalizm -basit bir tarifle- yabancıların Türk milletini sömürmesidir, diye tanımlanabilir. Emperyalizm milli bilincin ve devrimci şuurun uyanmasını istemez. Çünkü bir toplumun milli bilinci keskinleşir ve bir millette devrimci şuur uyanırsa, sömürücü güçleri tasfiye etmek imkânları kuvvetlenir. Bunun içindir ki, emperyalistler Türkiye’de karşı-devrimcilerle ittifak halinde şu programı uyguluyorlar:

a) Milli bilinci körletmek için ümmetçiliği ve şeriatçılığı körüklüyorlar.

b) Devrimci şuuru uyutmak için devrimci güçleri çürütmeye çalışıyorlar veya satın almaya uğraşıyorlar.

Eğer milliyetçi güçler yabancı bir devletin nüfuzunu kabullenecek kadar yozlaşırsa Türk milleti emperyalizme tam anlamıyla teslim olacak ve uygarlık yarışında ileriye gidiş bir süre için karşı-devrimciler ve yabancı ortakları eliyle durdurulacaktır.

***

İşte bu açık seçik tablo içinde “Atatürkçüyüm” diyen kişinin, devrimcinin iradesini hangi yönde kullanacağı bilimsel bir gerçek olarak ortaya çıkar. “Atatürkçülük” lâf ü güzaf değil, evrenin bilim kanunları içinde değeri, yeri ve anlamı olan bir tarihi olgudur.

12 Ekim 1968″

İLHAN SELÇUK – CUMHURİYET 28.03.2007


Nevruz;Avrasyanın Bayramı

Mart 21, 2007

“… Yüce Göktanrı’nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk’ün Atası) yaradıldın!”

Nevruz,Baharın gelişini muştalayan bayramın adıdır.Asırlardır Türk dünyasında kutlanmaktadır.Toprağa Ana diye nitelendiren Türk’ün düşünsel hayatında elbette ki baharın gelişi bayram olarak kutlanacaktır.

Nevruz, eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir.

Çin kaynaklarından Kutadğu Bilig’e, Kaşgarlı Mahmud’dan Bîrûnî’ye, Nizâmü’ı Mülk’ün Siyasetnâme’sinden Melikşah’ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk’ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev’î Efendi, Nef’î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa’nın; büyük Azeri şairi Şehriyar’ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu’nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini “Nevruziye” veya “Bahariye” denilen şiirlerle kutladıklarını da bilinmektedir.

1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri’nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı’nı “Milli Bayram” olarak ilan etmişlerdir.

Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye’de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.

Avrasya’nın ,Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.

En eski Türk bayramı olan Nevruz, Türkler aracılığıyla Avrasya’ya yayılmıştır. Eski Doğu geleneklerinin devamı olarak yaşamıştır. Çin kaynaklarına dayanarak Hunların milattan yüzlerce yıl önceleri 21 Mart’ta hazır yemeklerle kıra çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, bugün Nevruz kutlamalarındaki geleneklerin o zamanda da yer aldığını biliyoruz. Aynı gelenekler, Hunlardan sonra Uygurlarda da görülmüş ve bugüne kadar uzanmıştır.

Nizamü’l-Mülk de XI. yüzyıl yazarı olarak Siyasetnâme adlı eserinde bu bayramdan söz eder. Bu bayramın aynı zamanda yılbaşı olduğunu belirterek Nevruz geleneklerini anlatır. Aynı zamanın yazarlarından Kaşgarlı Mahmut da Divân-ı Lügati’t-Türk’te Türklerde yıl başlangıcının Nevruz olduğunu ifade eder. Ayrıca, 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nin başlangıcının da 21 Mart olduğu bilinmektedir.

Selçuklularda Nevruz bayramı eğlencelerinin kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği de bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin koç burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir.

Kısacası Türk tarihinin hangi dönemine baksak,Nevruz’un baharın başlangıcı,Yeni yıl olarak kutlandıgını görmekteyiz.

Bugün nevruz Afganistan’da da yaşatılmaktadır, İran’da da yaşatılmaktadır, Irak’ta, Suriye’de en azından belli kesimlerde ve bütün diğer Türk dünyasında; Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar, Hindistan’dan, Afganistan’dan, Yakutistan’a, Çuvaşistan’a, Tataristan’a, Moldova’ya, Macaristan’a ve Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada bugün canlı bir şekilde yaşamakta ve yaşatılmaktadır.